2

Facebook

Şu facebook denilen şey ile de yeni ilgilenmeye başladım. Çocukların neden başından kalkmak istemediklerini de yaşayarak öğrendim. Her zaman diyorum ya (ya da kendi kendime söylüyor ve inanıyorum.) öğrenme, ölüme kadar süren bir süreç… Çocuklarımıza bunu sevdirerek ,hissettirerek ya da bir olayı yaşatarak öğrenmeye karşı ilgi ve istek uyandırabilirsek, tutmayın artık,ilerisi gelir.

Teknolojiyi çocuklarımız bize öğretiyor. Onlar, bu işleri çok iyi başarıyorlar. Ancak, program yaparak, ucunun, kenarının belli olup,  sınırsız hale gelmemesini de biz yetişkinlerden öğrenecekler. Acaba iyi bir model olabiliyor muyuz? İnternet kullanımı sadece oyunlar mı demek? En iyi şekilde, en yararlı şekilde kullanma durumları evlerimizde yaşanıyor mu?

Plansız, programsız,çalışan çocuklar için evlerde annelerin çığlık çığlığa SBS  HATIRLATMALARI YAPTIKLARINI DUYAR GİBİYİM.

Her türlü aracın amacına uygun ya da uygun olmayan kullanımları vardır. Amacına uygun kullanım, çok şeyler kazandırabilir. Önemli olan DENGE değil midir? Günü planlı kullanmayı çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren  öğretmeliyiz.

Facebook, benim birçok eski arkadaşlarıma ulaşmama yardımcı oldu, yeni kişiler tanıdım, mezun öğrencilerimle  sorunları açısından ilgilenebiliyorum. Değişik bulduğum  birşeyleri paylaşabiliyorum. Seçilmiş video, fotoğraf görebiliyorum. Mesaj ve chatleşme de güzel bir iletişim; en azından belki bana değişik geliyor. Dünyanın bir ucu hemen önünüzde… Önceleri , yoğun çalışmamdan dolayı fırsat bulamamıştım.

Ancak yine de herşeyin yeri ayrı, şahsen göz göze, beden dilini kullanarak iletişimin hali de bir başka…Bilgisayarın başından kalkmayınca, sosyalleşme ve dilin etkin şekilde kullanımı engellenmiş oluyor.

Çok aile birbirleriyle iletişimi bitirdi. Bu akşam o dizi var, bu dizi var derken bir bakmışız; aile fertleri de iletişimden yoksun hale gelmiş. Herkesin önünde bir ekran ; televizyon ve bilgisayar ekranı… Artık, o kadar alışmışız ki ayda yılda bir elektrik kesilse ne yapacağımızı şaşırıyoruz.

Komşuluk diye birşey kalmadı, oysa ki herkesin birbiriyle konuşmaya o kadar ihtiyacı var ki… Çünkü, hepimizin birbirimizden doğal yollarla öğrenebileceğimiz çok şey var. Sadece internetten bilgiye ulaşmak yeterli değil; yaşanmışlıklar, büyüklerin deneyimleri; küçüklerin yeni bilgileri ve  çağa uygun düşüncelerini harmanlayarak kullanmayı çok önemsiyorum. Özellikle her aile ayrı bir dünyadır, bunu fert olarak ta düşünebiliriz. Her birimiz ayrı ayrı özelliklerle  donanımlıyız. Birbirimizden neden yararlanmayalım? Değil mi?

0

Neden?

   

                                 

 

    Neden, bazı sözcükler ve beden dili dönemsel moda şeklinde kendine iyi bir yer ediniyor? Örnek mi? Ben sana dönerim. Telefonla konuşuyorsunuz, konuyu o an içinde bağlayamadınız. Belki üçüncü kişi ile görüşeceksiniz, sonra yine ilk görüştüğünüz kişi ile diyaloğunuz devam edecek. Ararım, görüşürüz gibi sözcükler çöpe atıldı. Aynı şey telefonun el ile işareti içinde geçerli. Baş ve serçe parmak kalkıyor, diğer parmaklar avuç içine alınıyor.

     AŞKIM, bu sözcükte herkesin ağzında, gerekli gereksiz, ilgisiz alakasız herkese, herkesin söylediği bir sözcük… O kadar yaygın bir şekilde kullanılıyor ki bu sözcüğün içi tamamen boşalmış bir durumda. Aslında çok derin duygular taşıyan, içinde cinsellik olan bir kelime… Eşe, sevgiliye söylenen. Ayrıca bir başka boyutta  ulvi değerler de taşıyan ifade biçimi bana göre. Allah aşkı, peygamber aşkı gibi…

    Sanki çok kullanılınca değeri de düşüyor gibi geliyor, bana. Hele ki bu cinsellik çağrıştıran sözcüğün erken çocukluk dönemindeki çocuklara söylenmesini çok anlamsız buluyorum. Çocuklar zaten bol hormonlu gıdalarla besleniyorlar. Bu işten gelir sağlayanlar hormon ifadesini beğenmeyip, tarım ilaçları adını kullanıyorlarsa da sonuçta aynı kapıya çıkıyor. Bunun bireysel, cinsel, sosyal sorunlara yol açabileceğini biliyoruz. Topluma yansımaları genelde olumlu olmuyor. Onun için çocuklarda cinsel duyguları erken uyandıracak sözler, tavır ve davranışlar içinde olmamalıyız. Anneler çocuklarına daha masum sevgi ifadelerinde bulunmalıdırlar. Şarkılara bakıyorsunuz her şey çok hızlı yaşanıyor ve tüketiliyor. Çocuklar artık çocuksu şarkılardan uzak, çocukça yaşanması gerekenlerden uzak, çocuk giyimlerinden uzak, çocuk çizgi filmlerinde olması gerekenlerden uzak.

    Anaokullarında öğretmenler de bazen bu akımlara kendilerini kaptırabiliyorlar. İnsanlar birbirlerine açık olmalı, hatalar olumlu koşullarda konuşulabilmelidir. İletişime açıklık çocuk, aile, öğretmen içinde kişisel gelişimin başlangıcıdır. Eğitim konusunda tartışılabilmeli, kritikler yapılabilmelidir. Anne-baba eğitimlerinde güncel konular gözardı edilmemeli ailelerin  bu konularda dikkatleri çekilmelidir. Öğretmenler örnek davranışlar sergilemeli, AŞKIM sözcüğünden daha güzel, çocuğa uygun sevgi  ifadeleri ile çocuklara seslenmelidirler. Aileler çocuklarını eğitim yuvasına verdiklerinin bilincinde olmalı ve buralardan gelecek uyarıları dikkate almalıdırlar. Öğretmenler kendilerine yakışan tutum içinde olmayı yaşam tarzı haline getirmelidirler. Bu sürecin yaşanabilmesi için de eğitim kurumunun bünyesinde çalışan herkesin eğitimde sürekliliğe inanması ve kendini yenilemesi gerekir. Eğitim, çocukla ilgisi olan herkes için gerekli, anaokulu yöneticisinden, ahçıya, temizlik görevlisine kadar. Bu kişiler sınıfta direkt eğitime katılmasalar da en küçük bir davranış, bir sözcük çocuk zihninin en alıcı olduğu yaşlarda büyük etkiler bırakacaktır.

0

SBS

Hepimiz dünyaya gelirken ilk büyük sınavımızı veriyoruz. Zoru başararak ilk soluğumuzu alıyoruz. Bundan sonra hayatta kalabilmek için çabalıyoruz da, çabalıyoruz. Bitip tükenmeyen yaşama azmimizle mikroplarla savaşıyoruz, beslenme, uyuma, temizlik gibi temel ihtiyaçlarımızın karşılanmasıyla, duygusal yönden doyurulma ile mücadelemiz devam ediyor.

Başarmak, başarı hazzını yaşayabilmek güzel bir şey. Bizi daha motive eder ve kademeli bir şekilde ileri başarılar için kamçılar. Başarılı olmak hangi konuda başarılı olmak? Sınav başarısı hayat başarısı mı? Çocuklar her şarta karşı hayatta kalabilme becerisine sahip mi? Kendilerini güçlü ve güvende  hissedebiliyorlar mı? Tüm bu soruların yanıtını verebiliyor muyuz? Sınava hazırlanan, ancak özbakım becerilerini kazanamamış pekçok çocuğun olduğunu görürüz. Herşeyini annesinden bekleyen, sadece beslenip test çözen ve obez olmaya aday.

Çocuklarımızın okul başarıları ebeveynler olarak bizi çok ilgilendiriyor. Haklıyız da… Çocuklarımız yarınlara güvenle bakabilsin, iyi bir hayat yaşayabilsin, anne-baba olarak bizi aşsınlar, boynuz kulağı geçsin istiyoruz. Ülkemizin şartlarından dolayı da hepimiz bunu zorunluluk olarak görüyoruz. İyi meslek sahibi olmanın yolu da, iyi bir üniversiteye yerleşmekten geçiyor. Herkes artık eğitimin önemini kavramış durumda. Aileler akademik olarak çocuklarıyla anaokulu çağından itibaren ilgilenmekte. Hangi anaokuluna yerleştirebilirsem devamını yine aynı yerde okuturum düşüncesindeler. Hangi okulun, hangi isim yapmış öğretmenine kaydını yaptırabilirim arayışı içindeler.

İnsanlar dünyaya  belli bir zeka kapasitesi ile gelir. Önemli olan, bu kapasiteye olumlu çevre koşulları ile ulaşılıp ulaşılmadığıdır. Bizler elimizdeki olanakları tam olarak, tama yakın kullanmalıyız. Burada duygusal koşulları da gözetip ruh sağlığı yerinde bireyler yetiştirmeliyiz. Çocuklarımızın birer makina olmadığını onların da bizim gibi etten, kemikten varlık olduklarını unutmamalıyız.

Programlı olmanın önemi yadsınamaz. İhtiyaçlara yönelik olarak düzenlenmiş bir program herkesi mutlu eder. Sınava hazırlanmayı angarya olmaktan çıkarır. Ebeveynler olarak yeter ki ortak kararlarda buluşalım, çocuğumuza bunu hissettirelim, programın uygulanmasını yakından takip edelim. Çocuklarımızın duygusal dalgalanmalarını da dikkate alıp, zaman zaman esneklik paylarını da gözardı etmeyelim. Çünkü, çocuğumuzun hayatında sadece SBS yok. Bıktırıp, nefret ettirmeyelim. Ancak, belirli zaman dilimlerinin de önemli olduğunu, gayret göstermenin de gereğini kavratmış olalım. Çocuğumuz sevgimizden emin olsun, başarısı az ya da çok olsun ona karşı, sevgimizde değişiklik olmayacağını bilsin.

Sınavlara bir ay kadar zaman kaldı. Çocuklarımızın sağlığına biraz daha özen gösterelim. Havaların değişken olduğu bu dönemde üşütmemeye ve terletmemeye, terlerini korumaya dikkat edelim. Bunun yanında açık hava ve oyun ihtiyacını da unutmayıp, fazla yorulmayacak şekilde oynamalarına izin vererek, programımıza koyalım. Stres ve gerginlikten olabildiğince uzak tutalım. Ailevi sorunları mümkünse daha sonraya erteleyelim. Sınavın bilincinde olacak kadar stres te gerekli olacak strestir. Başarıya yönlendirir.

Sevgili yavrularımıza sınavlarında kolaylıklar ve başarılar diliyorum.

3

ÇOCUKLARINIZA LÜTFEN MUTSUZ OLMA HAKKI TANIYIN

                         

               Yazımın başlığı belki pek çoğunuza garip gelebilir. Çocuk gelişimi ve eğitimi uzmanı ve danışmanı için  bu nasıl bir eğitim yaklaşımıdır, diyebilirsiniz. Anne-babalar olarak çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımızdır. Hayatlarımızı onların üzerine kurmuşuz, onları geleceğe hazırlamak için elimizden ne gelirse yapmak üzere sanki aportta bekliyoruz. Dünyamızın merkezine koyuyoruz. Onlar da bunun çok iyi farkındalar. Yaşları çok küçük olsa bile bu zaafımızı hissedebiliyorlar. Sevgi, çok yüce bir duygudur, insanlarda yaşanması belki çok doğaldır. Hayvan ve bitkiler bu duygudan bol bol yararlanıyorlar. Çiçeklerimize sevgi sözcükleri söylediğimizde, pozitif elektriğimizi yansıttığımızda daha çabuk büyüdüklerini ve çiçek açtıklarını gözlemlemişizdir. Hayvanlarda da, kurulan dostluklarla ilgili pekçok örnek yaşamışızdır.

Yalnız burada önemli olan sevginin verilmesinde karşı tarafta hissedilenler ve bunun o kişi üzerindeki yansımalarıdır. Hele ki söz konusu olan bizim en değerli varlıklarımızsa… Eğer sevgimizde ölçüsüzlük varsa, bizi ve yavrumuzu geri dönülmesi mümkün olamayan çaresizliklerin içine itebilir. Çünkü, eğitim süreci uzun ve meşakkatli bir süreçtir. Sonuçlarını görmeye başladığımızda da  çocuğumuz artık başedilemeyecek kadar büyümüştür, karakteri, kişiliği oturmuştur ve pek de fazla yapılabilecek birşey kalmamıştır.Bizde ebeveynler olarak sağlık sorunlarıyla ancak uğraşabilen yaşlı insanlar haline gelmişizdir.

Aldığımız ya da diktirdiğimiz bir giysiyi tam vücudumuza göre isteriz. Ne dar, ne de rahat olsun diye bol isteriz. Sevgi de  aynı şekilde. Eğer çocuğumuzu çok seviyoruz diye bazı ölçüler kaçmışsa, çok fazla ya da eksik geliyorsa sonuç içaçıcı olmaz.

Kendimizi çocuklarımızın salt mutluluğu için programlamışsak yanlış yapıyoruzdur. Mutluluk göreceli bir kavram, biz çocuğumuzu ne kadar mutlu etmeye çalışsak ta çabalarımızın beyhude olduğunu çoğu zaman görmüşüzdür. Çünkü bu, ayaklar altına serilen hazır bir edinilmişliktir. Kişinin çaba harcamasına gerek kalmaz. Ona sadece memnuniyetsizlik duygusunu yaşamak ve çevresine yaşatmak kalır.

İnsana emek vererek elde ettiği şeyler mutluluk verir. Mutluluk duygusu bana göre elde edilenler kolay, çabuk ve büyük  olursa küçülen, çaba ile elde edilirse büyüyen ve bize başarı hazzı veren bir kavram.

Çocuklarımıza hep verici olmayı bildik, başka türlüsü aklımızdan geçmedi. Size yine verici olmayı öneriyorum. Ama bu başka şekil bir vericilik. Çocuklarımıza can sıkılması hakkı tanıyalım… Çevremizde sürekli mutlu edilmeye çalışılmış, ama mutluluk duygusundan yorulmuş, artık onun için alışıldık bir durum olup, anlam ifade etmeyen yaşam biçimini anlatmak istiyorum. Bu çocuklar için kendi çaplarında her şey elde edilmiştir. Onları motive edecek pek birşeyleri kalmamıştır. Ailelerinin mutluluk çabaları içinde mutsuzdurlar. İşte tam bu noktada artık doyumsuzluk sinyalleri çalmaya başlamıştır. Lütfen ebeveynler, bırakın çocuğunuz mutsuz olma hakkını kullansın ve bunun nimetlerinden yararlansın.

Böyle birşeyin nimeti mi olur diye aklından geçirenler olabilir. Bu süreler bilgisayarın yüklenmesi gibidir. Yükleme işlemi olmadan en iyi şeyleri yapacak olsanız da yapabilme şansınız yoktur. Çocuk bu can sıkıntısı sürecinde kendi kendine kalır ve gizli kalmış yeteneklerini farkeder. Hayal gücünü aktif hale getirir. Mutluluğunun önemini anlar. Herkesin her zaman için mutlu olamayacağını anlar. İnsan hayatı sürprizlerle doludur, çocuk olumsuzluklarla her zaman karşı karşıya kalabilir; can sıkıntısı bu durumlar henüz yaşanmadan bir antrenman gibidir. Diğer kişilerin farkına vararak herkesin kendisi kadar şanslı olmadığını görür, yaşamının kıymetini bilir. Can sıkıntısından kurtulmak için kendine göre yeni uğraşlar bülur, resim yapar, kitap okur, koleksiyonculukla ilgilenir, öykü tasarlar, şiir tasarlar, okur, yeni oyunlar düşünür, belki odasını derler, toplar, dolabını düzenler, kişisel bakımıyla ilgilenebilir, kırılan, bozulan oyuncaklarının tamiri ile ilgilenir, bebeklerine elbiseler tasarlar, belki penceresinden bakarak ay ve yıldızların, gökyüzünün uçsuz bucaksızlığını yeniden keşfeder, onun derinliği içinde astral seyahate çıkarak ruhsal olarak arınır. Ya da pırıl pırıl güneşi görerek içi coşku ve huzurla dolar. Yaş özelliklerine, cinsiyete, kişisel özelliklere göre daha pekçok şey söyleyebiliriz, benim şu an için aklıma gelenler bunlar… Yani biz çocuğumuzu üretken hale getirmiş oluruz. Bu da haydi “şunu yap bunu yap” ın ötesinde bir durum. Çocuğumuzu kendi dinamikleriyle baş başa bırakmış oluyoruz. İsterseniz bir de bunu deneyelim ne dersiniz ?

Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı / Eğitimci / Danışman        ÖZNUR DURUSOY