Dün sabah ,erkenden yola çıktım. Etrafımda insan davranışlarını gözleyerek Kadıköy e geldim. Burada anti parantez yapmak istiyorum. Davranışları gözlemek; araya ‘et’ gibi sadece iki harf ilave ettiğinizde anlam tamamen farklılaşıyor. Birisinde gizli bir şekilde olması hemen ” gözetlemek” anlamını kazanıyor. Diğeri ise, her şey herkes ortada, sadece davranışları izleyerek yorum yapmaya çalışmak. Biraz mesleğimin getirdiği özellik olsa gerek. İnsanları tahlil edebilmek… Büyük şehirde yaşayınca da çok lazım oluyor.
Özgür olarak, kafama göre tam bir gezi yaptım, zaten ailece gezmeyi sever ve gezeriz de; böyle de başka oluyor. Çünkü, bekletti mi? beklettim mi? meseleleri hiç olmuyor. İlgi duyduğunuz şeye kendinize göre hamle yapabiliyorsunuz, anında…Ne Cağaloğlu kaldı,ne kapalı çarşı, ne de tam Eminönü merkezde sayılır, türbesi kaldı. Hep yanından geçerdik, baktım içeri de turistler var; ben de içerisini görmek istedim. Turist kilometrelerce öteden gelip; her bir ayrıntıyı dikkatlice inceliyor. Okunması gereken bilgilendirici yazıları okuyor. Şahsen, o kadar ayrıntıya girmedim. Açıkçası kimin türbesi olduğu ile pek ilgilenmedim. Ancak, dikkatimi çeken, peygamberimizin ayak izini görmem oldu. Resim çekmek için izin istedim ve oluru alınca ilginç olan burasını sizlerle paylaşmak istedim.
Burada, peygamberimizin ayak izinin yanına yaklaşınca gerçek bir gül kokusunu bizzat yaşadım. Zannedersem, altın kaplamanın altında basıldığı belli olan ayak izi var. Üzerinde asma kilit var ve mühürlenmiş.İstanbul un karmaşası içinde kendimi ayrı ve dingin bir dünyada hissettim.Sanki transa geçmiş gibi oldum, artık,gözyaşlarım pınarlarında durmuyordu. Bazen duyardım, gül koktuğunu ve pek olamaz gibi gelirdi,bana. Yine durumu netleştirmek istedim. Kapıdaki güvenlik görevlilerine ara sıra esans filan mı sıktıklarını sordum. Kesinlikle böyle birşey olmadığını öğrendim.İçerisine hava girsin diye zannediyorum, tüm çevre çok hafif aralıktı. Yani içeriden mis gibi gül kokusu geliyordu. Ylnız, o arada birisi geldi, sanki kendini paralıyordu.Türbede değil de sanki, Allah la muhatap gibiydi. Bunların olmaması gerektiği neredeyse her gün televizyonlarda konu ediliyor.
Oradan çıkınca, İlk Türk Kadın Ressam Mihri Hanmefendinin anısına düzenlenen, kadını tema olarak almış, çok güzel bir resim sergisine gittim. Yine izinle, bol bol fotoğraf çektim. Bakalım, hangi resimleri yayınlayabileceğim? Zaman darlığı, bir de yardım alma konusu gecikmelere neden oluyor. Tabii nedenler sadece bunlar değil! En önemlisi de benim yazmayı canımın istemesi!!!
Bu arada 8. sınıf olan oğlum da yarın SBS ye girecek. Yavrularımız, ister istemez, sistemden dolayı bir emek verdiler. Başarılar ve kolaylıklar, onların olsun. Gönülleri hangi okulu İSTİYORSA ve onlar için hayırlısı neyse o olsun! Bazen iyi gibi görünen kötü; kötü gibi görünen de bir bakıyorsunuz ; sizin için çok daha iyi olmuş. Bazı çocuk, iddialı başlar, yorulup, bıkabilir, bazısı da çocukluğunu öncelikle yaşamak ister ( oğlum gibi, kendisine bu görüşünden dolayı saygı duyuyorum. ) Biz bu günümüzü enstruman çalarak, bisiklete binerek, birlikte yemek yaparak, afrika menekşesi ekerek, eski paraları inceleyerek ,babişkosu, ablası ve eniştesi ile gülüp, eğlenerek geçirdik. Önemli olan sağlık, hayata hazır olmak, yaşamdaki başarı, mutluluk. Tekrar başarı dileyerek bu paragrafı bitirelim.
Değişik değişik, turistlerin rağbet ettikleri sokakları gezdim.Herşey o kadar çok ki… Hangi sokağa gireceğinizi şaşırıyorsunuz. Yıllardır İstanbul dayız ama hep belli başlı yerleri gezmişiz. Keşfedilecek çok yer var, insana vapurla seyahat bile yeter. Ama işte, öyle olmuyor. Hep birşeyler keşfetmek istiyorsunuz.
Sonra Eminönü nde değişik bir yapı gördüm. Çok yer kaplıyor, heykel deseniz heykel değil; maket deseniz maket değil. Devasa ilginç birşey… Ben gibi herkes bakıyor ve bir anlam kazandıramıyor. Değişik değişik yorumlayanlar var, fikir yürütenler var. İçine girince de değişik müzik sesleri duyuyorsunuz. Çok alışık olmadığımız bir tarz. Caz, klasik, modern, pop, enstrumantel … Hiçbiri değil. Ben, merakımdan, hemen bir ilgili bulma derdine düştüm. İnsana’ acaba kamera şakası mı ‘dedirttirecek türden…
Neyse, bir küçük masada bir görevli ve broşürler buldum. The Morning Line: bir ses pavyonuymuş. 19 eylül e kadar orada kalacakmış. İçinde 40 adet hoperlör olup York üniversitesi Müzik Araştırma Merkezi tarafından tasarlanmış, benzeri olmayan,interaktif ambisonik ses sistemi kullanılmaktaymış. Burada bir iş birliği var. Sanatçılar,fizikçiler,mimarlarve müzisyenlerin uzmanlaştıkları bilgileri, yeni bir form yaratmak üzere tasarlamışlar. Bunları kısaca aldığım broşürden yararlanarak yazıyorum. 40 dakikada bir de müzik değişiyormuş.
Tam turistik olsun diye saltanat kayıkları, turşucular gördüm. Kayıklarda balık-ekmek satıyorlardı, sanırım. Altın varaklar, hiç esirgenmeden kullanılmıştı. Bir de kıyıda kayık bir sallanıyordu, bir sallanıyordu ki demeyin gitsin.Turşucularda altınsız değildi.
Artık, sonrası sıradandı, pek önemli birşey yok. Ya da bana öyle gelmiyor. Şu ihtimal de olabilir mi? SAAT 24 ü geçti. Yarın oğlumuzu snava götüreceğiz, benden şimdilik bu kadar olsun…. Fotoğrafları bekleyemeyeceğim…. Uygun bir zamanda ilave ederim. Hepinize iyi geceler, pozitif enerjilerinizi oğlum için gönderiniz,lütfen…..